duman roportaj
Söyleşiyi kaydetmek için buraya gelirken her yerde boş kaset aradık, bulamadık. Nihayet bir dükkânda kalmış son üç taneyi aldık. Anlaşılan kaset devri tamamen kapanmış.
Kaan Tangöze: Çoğu kişi evdeki dolu kasetlerini attı, dağıttı. Benim de bir sürü kasetim var. Dinlemesem de atmıyorum, hepsini evde tutuyorum valla. Bizim ilk üç albümümüzün kaseti de çıkmıştı. Sonrakiler sadece CD olarak yayınlandı.
Batuhan Mutlugil: Hatırlıyor musunuz, sıkışınca kalemle sarardık. Çok dinlenen bir kasetse bazen kopardı, ince ince yapıştırma operasyonuna girerdik. Dinlerken, oraya ne zaman geleceğini bilirdik. Müzik bir tümsekten geçerdi.(gülüyor)
Neyle yapıştırırdınız?
Batuhan: Seloteyple ya da uhumsu bir şeyle.
Olur mu hiç? Bir şarkınızdan aklınıza gelmesi lâzım.
Kaan: Ojeyle! Tamam! (gülüyor)
Günlük hayatta nasıl müzik dinliyorsunuz?
Kaan: Bende artık daha çok arabada dinleme oluyor. Çünkü çocuk var. Çocuğu okula götür, okuldan al, stüdyoya git, gel. Arabada CD dinliyorum. Daha mp3’e geçemedim. Bilgisayarımda da hiç mp3 yok.
Cengiz Baysal: Bende mp3 var, ama arabada genellikle CD dinliyorum. Deezer, Spotify furyası da hoşuma gidiyor. Sabahları müzik setime kompüteri bağlıyorum.
Kaan: Mantıklı, ama ben daha geçemedim. Mağazaya gidip CD almayı, kartonetini incelemeyi hâlâ seviyorum.
Batuhan: Ben evdeysem en çok CD dinliyorum. Arabada iTunes teknolojisi yaptım kendime. Mesela Paul McCartney’in son albümünü ilk çıktığı gün iTunes’dan satın aldım, arabada iTunes bağlantısıyla dinledim. Paul McCartney, Elvis Costello gibi adamların yeni albümlerinin buraya gelmesi zaman alıyor. Oysa ilk çıktığında dinlemek benim için önemli.
Ari Barokas: Ben evde CD’den ya da plaktan dinlemeyi seviyorum. Çocuğum henüz bir aylık. Bugünlerde müzik dinlemeye hiç vaktim yok.
Hepinizin evinde pikap var mı?
Kaan: Evet, var. Ama yeni plak pek almıyoruz. Gençliğimizden kalanları dinliyoruz.
Batuhan: Yurtdışına çıktığımızda, belirli noktalardan gidip plak alıyorum ben. En son birkaç Steely Dan aldım mesela.
Kaan: Turnedeyken beraberce müzik dinliyoruz. Zaten hep beraber otel odasında oluyoruz. Bazen demolar dinliyoruz, bazen YouTube’dan bir şeyler açıyoruz.
Madem CD kartonetine bakıp incelemeyi seviyorsun, neden iki albümdür kapağa isim yazıp geçiyorsunuz? Yeterince kafa yormuyor musunuz?
Batuhan: İlk albümlerde kelle dizaynları vardı. Pek memnun değildik.
Kaan: “Duman I-II”de harflere geçtik. Plak kapakları bir sanattı eskiden. Plak kocamandı, o çizimlerin bir anlamı oluyordu. Gerçi şimdi Sony ısrar etti, “Duman I-II”nin plağını basacaklar. Kapakta nal kadar Duman diye yazacak. Düşünemedik onu. (gülüyor) Biz içindeki müzikle daha fazla ilgileniyoruz. Dışı da fazla rahatsız etmesin, algılaması kolay olsun, yeter. Son iki albümün kartonetini biz tasarladık, grafikerler uyguladı. Bir sonraki albümde bu çizgiden çıkabiliriz: Bir manzara resmi koyabiliriz, takvim yaprağı gibi. (gülüyor)
Müzik tarihinde gözünüzün önüne gelen en iyi kapaklar hangileri?
Kaan: (düşünüyor) Santana’nın “Abraxas”ı, Led Zeppelin’den kayalıktaki kızlar (“Houses Of The Holy”), Miles Davis’in kapakları, Pink Floyd’tan iç içe pencereler (“Ummagumma”), üçgen (“Dark Side Of The Moon”), Beatles’dan “Sgt Pepper’s”… Nerde o dönemdeki lezzet? Gerçek bir sanat patlamasıydı.
Cengiz: Benim aklıma Miles Davis’in “Bitches Brew” albümü geliyor. Küçükken Electric Light Orchestra’nın kapaklarını severdim.
Ari: Ben Nirvana’nın “Nevermind”ı diyorum. Malûm, bebek olunca. (gülüyor)
“Yürek”in klibinden bahsedelim. Galiba ilk defa bir klipte siz gözükmüyorsunuz.
Kaan: Evet, en büyük hayalimizdi. Aslında askere gittiğimiz dönemde “En Güzel Günüm Gecem”e fanlar kendi aralarında eğlence olsun diye kuklalı bir klip çekmişti. Daha sonra plak şirketi official olarak yayınladı. “Yürek” Berkun Oya’nın fikriydi. Berkun’u ve Olmadı Kaçarız ekibini seviyoruz. Onlar yapsın istedik. Ne yaparsanız kabulümüzdür, dedik.
Berkun Oya daha önce hiç klip çekmiş miydi?
Kaan: Çekmiş. Tesettürlü, mini etekli bir kızın gözüktüğü bir klip, Portecho’nun bir şarkısı için. Tabii hemen yayından kaldırılmış. Bunu sonradan öğrendik. Klip tecrübesi olduğu için değil, düşünce tarzını kendimize uygun bulduğumuz için Berkun’u istedik.
Batuhan: Kısa film mantığında bir şey yapalım fikrinden yola çıktık.
Kaan: Bir senaryo olsun istiyorduk. Çünkü bizim klipleri çeken herkes tekniğiyle, ışığıyla ilgileniyordu. Senaryo hep gümbürtüye gidiyordu. Berkun’un kafasında öyle alternatifler vardı ki, şimdi hiç girmeyelim o konuya. Politik havanın esintisiyle, çok daha sert senaryolar düşünüyordu. Politik sözü olan bir klip teklif etti. Ama “Yürek” şarkısının politikayla bir alâkası yok. Albümde politik olmayan az sayıda parçadan biri.
Neden politik olmayan şarkıya politik klip düşünmüş?
Ari: Tezat gibi düşünmüş. Böyle şarkıya böyle klip, dercesine. Zaten kendi tarzında bir absürdlük var. Ama o kadar sert parça dururken “Yürek”e sert klip dengesiz kaçacaktı.
Batuhan: Aslında bir aşk hikâyesiyle politikayı kendi çapında güzel oturtmuştu.
Kaan: Ama sonuçta bu izlediğiniz klipte karar kıldık. Berkun, gördüğünüz ne varsa hepsini baştan sona bize anlattı ve aynısını çekti. Daha anlatırken bile son sahneden çok etkilendik.
Oyuncu kim?
Ari: Oyuncu değil. İsmail abi. Sanıyorum Karaköy’de bir otoparkta çalışıyor.
Kaan: Ses tonu da acayip bir abi. Bence gerçek bir filmde de oynamalı.
Berkun Oya deyince, Büyük Ev Ablukada da geliyor akla. Onları nasıl buluyorsunuz?
Kaan: Çok seviyoruz. Özellikle gitarist Cem’le (Afordisman Salihins) senelerdir tanışıyoruz. Bartu’yla (Küçükçağlayan) beraber ikili olarak yaptıkları ilk demolarını getirmişti, daha o zamanlarda bir ışık vardı. Zaten sonra grup aldı başını gitti. Harbiye’de bir kere arka arkaya çaldık, bizim konser öncesi onları hep beraber seyrettik.
Nasıl tarif edersiniz Büyük Ev Ablukada’nın müziğini?
Ari: Bir şeylere benzeterek tarif etmek, bir çerçeve çizmek istemem. Özgün olduklarını düşünüyorum. Kendi müziklerini yapıyorlar. Dinlediğimde, içinde Doors falan duyuyorum, mutlaka güzel müziklerden bizim gibi etkilenmişlerdir.
Kaan: İnsan her zaman bir şeye benzete benzete algılar sonuçta. Groove’a dayalı, ritmi güzel taşıyan, insanı trans haline sokan bir müzik diyebilirim. Çevremizde çok rastlanan bir şey değil.
Ari: Bartu tiyatrocu olduğu için, bunun etkilerini de müziğe koyabiliyor. Bu da bir özgünlük.
Kaan: Şiirsel, bol sözlü, kendileri gibi esprili parçalar. Happening gibi geçiyor konserleri.
Başka ilginizi çeken grup ya da şarkı var mı şu sıralar Türkiye’den?
Batuhan: Demirhan Baylan’ın “Sinyal” albümü hoşuma gitti. Evde tek başına yaptığı bir albüm. “Doldur” uzun zamandır dinlediğim en iyi Türkçe şarkı.
TRT’de Fuat Güner’le birlikte yaptığınız program çok ilgi gördü. Neden “Neye Niyet Neye Kısmet”i cover’lamayı tercih ettiniz?
Kaan: Çok güzel bir parça, eskiden beri severdik. Programa çıkan herkes, konsept gereği, Fuat abinin bir bestesini söylüyor. Herkes genellikle “Yalnızlık Ömür Boyu”yu veya “Sakın Gelme”yi seçmiş. Biz farklı bir parça istedik. Şarkıda bir southern havası vardı, o havaları iyi biliriz.
Duman şarkılarında “vay”lar, “of”lar, nidalar çok önemli. O programda “Neye Niyet Neye Kısmet”i de “nidalı” okudun.
Kaan: Şarkıyı söylerken melodiyi akıtmanın en estetik yolu bence. Bir ritm duygusu katıyor. Halk türkülerinde çok vardır. Nida da bir şey anlatıyor, anlamı tamamlıyor.
Cengiz: Nidalar hakikaten ritmik akışın bir parçası. Nida olmasa belki James Brown funk’ı olmazdı. Neredeyse bir aranjman gibi. Müziği ileriye doğru iten bir şey.
Orhan Gencebay tribute albümü için “Gönül”ü nasıl seçtiniz?
Kaan: Başka parçalar da düşünüyorduk. Ama düşünmemiz biraz uzun sürünce, diğer sanatçılar tek tek hepsini kaptı. “Gönül” nasıl olduysa boşta kalmıştı, hemen atladık.
Batuhan: İlk albüm döneminde, 10 parçamız dışında sahnede çalmak için ekstra parçalara ihtiyacımız vardı. “Gönül”ü de çalsak mı, diye düşünmüştük. Aynı dönem stüdyoda “Batsın Bu Dünya”yı da prova etmiştik.
Kaan: Geçen yıl, ilk olarak, orijinaline paralel, daha sadık bir kaydını yaptık “Gönül”ün.
Orhan Gencebay versiyonuna mı sadık, yoksa Zerrin Özer versiyonuna mı?
Kaan: Yok artık! (gülüyor) Orhan Gencebay versiyonuna yakın. Parçayı irdelemek için en güzel sistem, orijinalini birebir çalmak. Bu her cover şarkıya uyguladığımız bir yöntem. Bütün bağlamaları, ritmleri orijinali gibi çaldık.
Bağlama mı çaldınız?
Batuhan: Benim bağlamam yok, ama Baba bağlamada ne çalmışsa, aynısını gitarda çaldım. Bayağı bir vaktimi aldı çeyrek sesler.
Hiç düşündün mü bağlama almayı?
Batuhan: Ari’de var, Kaan’da da var.
Ari: Evde bir sürü müzik aleti var. Kurcalamayı severim. İki bağlamam var, akordeonum, udum var. Mızıkalarım zaten var. Bağlamayı Duman’ı kurduğumuz sıralarda almıştım. Hatta Yüksek Kaldırım’dan bazı egzersiz CD’leri de aldım.
Kaan: Ben bağlamamı birkaç sene önce aldım. Kendi kendine takılıyorsun, belki çalamıyorsun, ama oradan bir beste gelebiliyor sana. Tek tel seni bir yerlere götürüyor. Oradan gelen melodiyi gitara adapte edip kompoze hale getirebilirsin. Bağlamada bulduğum bir tema, ileride bir beste olarak karşınıza çıkabilir. “Kolay Değildir”i gitarla besteledim, ama sonra bağlamaya uyarladım kendimce.
Ari: “Kırmış Kalbini”, “Halimiz Duman” gibi şarkılara ben de aynısını yapıyorum. Tam çalamıyorum, ama o şarkıları bağlamada duymak hoşuma gidiyor.
Türkü barlarda bağlamayla Duman şarkıları çalınıyor mu?
Kaan: Hozan Beşir “Bu Akşam”ı söylüyor mesela. İnternette gördük.
Bir süredir konserlerde Neşet Ertaş’tan “Neredesin Sen”i okuyorsunuz.
Kaan: Vefatıyla birlikte başladık. Konser girişlerinde kısa bir dörtlük söylüyorduk. İrlanda’da kayıttayken, bir sabaha karşı kafamız dağılsın diye “Neredesin Sen”i çalıp kaydettik. Ahmet Güvenç geçen yıl Barış Manço yorumlarından oluşan “Göğe Selam” isimli bir derleme albüm yapmıştı. İkincisini yapabilirse, içinde başka sanatçıların şarkıları da yorumlanacak. Biz de “Neredesin Sen”in o kaydını vereceğiz. Şarkının toplamı üç kuple, kayıtta ikisini söyledik.
Neden? Tamamını çalmaya üşeniyor musunuz? Daha önce “Manası Yok”, “Aman Aman” gibi kendi şarkılarınızı da kısaltmıştınız.
Kaan: Sorma! Sahnede “Aman Aman”ı ilk çalarken, attığımız kupleyi okumuştum dalgınlıkla. (gülüyor)
Ari: Türkü formatlı bir şarkıyı gitar-bas-davullu bir rock grubuna göre aranje ettiğin zaman, o aranjmanın kendine göre bir doygunluk süresi var. Bir süre sonra kendini dinletmez bir hale gelebiliyor.
Kaan: Elinde tek gitar olsa üst üste yedi kupleyi de kolayca söylersin. Aşık Veysel’in “Kara Toprak”ını da üç-dört kuple söylüyoruz, aslı 10’dan fazla.
Halk müziği sanatçıları arasından başka kimleri dinliyorsunuz?
Kaan: Mahzuni Şerif, Arif Sağ, Ali Ekber Çiçek... En son Mahzuni Şerif’in üçlü CD setini aldım. Arabada sürekli dönüyor.
Ufaklıklar ne dinliyor?
Batuhan: Benimki artık ufaklık değil. Lucas 12 yaşında. Yeni gitara başladı. Bakalım nereye kadar gidecek? Bizim albümleri seviyor. Şu an her şeyi dinleyebilecek durumda. Babam ona blues’lar dinletiyor. Geçen gün ben Santana dinlettim, o da bana Muse dinletti. Annesi de rock seviyor zaten… Lucas’yı bazen tekno ya da DJ müziği dinlerken yakalıyorum. “Oğlum, bunlar ne böyle?” yapmıyorum. Gerçi duyunca şöyle bir hararet basıyor bana. (gülüyor)
Kaan: Hakan üç yaşında. Şimdilik rock’çı. Arabada onun yüzünden Duman CD’si bulundurmak zorundayız. Duman’ı değiştirirsen ağlamaya başlıyor.
Batuhan: Arkada kendi koltuğuna oturuyor, biraz camı aralıyor, boyu kısacık olduğu için dışarıdan kimse onu görmüyor. “Baba, sesi aç” diye tutturuyor. Mecburen açacaksın. Sanki Kaan direksiyonda tek başına yüksek sesle Duman dinliyormuş gibi bir görüntü! (gülüyor)
Kaan: Allahım inşallah biri görmez, diye dualar ediyorum. (gülüyor) Bazen arabada klasik müzik koyuyorum. Belki kulağına bir şeyler dolar. Bize yapmadılar, bari biz yapalım. (gülüyor)
Duman şarkılarından en çok hangisini seviyor Hakan?
Kaan: İlk “İyi de Banane” vurdu onu. Şimdi “Eyvallah”ı seviyor. İnternette “Eyvallah” için yapılan Gezili bir klip dolanıyor. Geçenlerde onu seyredince negatif bir etki yaptı üzerinde. “Baba, bu ateşler, bu insanlar?..” diye sordu. Demek ki kafasında başka türlüydü parça. Direnişten önce de vurma eylemi vardı bizimkinin. Tencerelere, ona, buna sürekli vuruyordu. “Oğlum, komşular rahatsız olur, vurma, kafamız şişti” desek de dinletemiyorduk. Gezi’yle birlikte herkes camlara çıkıp vurmaya başlayınca, bu sefer biz kendi ellerimizle ona verdik bir tencere. Sonunda hepiniz benim dediğime geldiniz, diye düşünmüştür herhalde. (gülüyor)
“Eyvallah”ın öyküsünü anlatır mısın? Uykusuz’daki bir karikatürde biri sana şöyle diyordu: “Nasıl birdenbire bir gecede şarkı besteledin abi? Biz seni ağırkanlı sanırdık, meğer Speedy Gonzales gibi adammışsın”.
Kaan: (gülüyor) Evet, ilk başta şarkıyı Gezi için yaptığımız zannedildi. Bir yıl falan öncesinde bestesi vardı, sözleri yoktu. Genellikle ben şöyle beste yapıyorum: Türkçe sözleri kafadan atarak melodiyi yazıyorum. Başından beri “eyvallah” kelimesi dilimdeydi. Neye eyvallah dediğimi ben de bilmiyordum. Üç-dört yıldır biber gazı, polis şiddeti zaten hayatımızda. Şarkıyı bitirmeye çalışırken ODTÜ olayları oldu. Başbakan’ın ODTÜ ziyaretindeki protestoların polis tarafından bastırıldığı sıralarda, bizim de bir Ankara konserimiz olduğu için, sıcağı sıcağına o atmosferi yaşadık. Böyle olayları zaten gazeteden, televizyondan takip ediyorduk, içimiz acıyordu.
Bu melodiden politik bir şarkı çıkacağını hissetmiş miydin?
Kaan: Öyle yola çıkmadım, ama protest bir yan sezinledim. A bölümünün çok yumuşak akan bir melodisi var. Politik olması aslında bir tezat. Ama iyi işledi. Sözleri bir hayaldi. Derken, o hayal gerçek oldu Gezi’de. Vay be, dedik. Mart ayında İrlanda’da kaydettik parçayı. Gezi’den birkaç hafta önce YouTube’a koymak istedik. Çünkü Emek Sineması eylemi, 1 Mayıs derken, o ara polis şiddeti bakımından bayağı gaza basılmıştı. Polis gazı sıkıyor, parça elimizde bekliyor, “hadi verelim” diyoruz, “gerek yok, önce albüm çıksın” diyor şirket. Gezi başladığında Amsterdam’daydık, dayanamadık, oradan yolladık.
Bugünden bakınca, ne “Eyvallah”ı Gezi’siz düşünebiliriz, ne de Gezi’yi “Eyvallah”sız. Etle tırnak gibiler.
Kaan: Evet, inanılmaz bir şans, bir birleşim oldu.
Batuhan: Biz olayların altıncı günü Türkiye’ye döndük. Gezi Parkı’na gittiğimizde şarkının herkes için ne anlama geldiğinin farkına vardık. Herkes “Eyvallah”ı söylüyordu. Resmen utandık.
Kaan: Bir gün akşama kadar kaldık Gezi’de. Sloganlar attık, yürüdük, gezdik, oturduk, sohbet ettik, mikrofondan yapılan konuşmaları dinledik. Yaşlısından gencine, çocuklarıyla gelmiş aileler… Ortak bir dil vardı. Özgürlük dili diyebiliriz. Başbakan öyle ağır konuşmalar yaptı ki, bu kadar değişik insanı bir araya getiren bizzat o oldu. Evindeki insan bile rencide oldu, “yuh artık, bu kadar da olmaz” dedi. Polis şiddetini de buna ekleyin…
Batuhan: Birbirlerini her gördükleri yerde parçalamak isteyen takım taraftarları orada omuz omuzaydı. Namaz kılanları solcular korudu. Akla hayale gelmeyecek bir barış noktasıydı.
Kaan: Çarşı olmasa o kadar insan helâk olurdu orada. Aramızda Beşiktaşlı yok, ama Gezi’den sonra Beşiktaş’a sempatimiz çok arttı.
Şarkıyı kaydederken bunun bir hit olabileceğini hissettiniz mi?
Kaan: İrlanda’da kayıtları James Durkin yaptı. İrlandalı oldukları için doğuştan bir protesto geleneğinin içindeler. James sözleri de mutlaka her seferinde sorar. “Polis, molis, şiddet middet” deyince hemen havaya girdi. Bilgisayardan bir polis zulmü fotoğrafı indirdi, kaydı yaparken ekrana verdi. Daha ortada ne Gezi var, ne bir şey. Aylar sonra telefon etti: “Yahu biz sadece bir parça yaptık sandık, ama sizin ülkede ayaklanma çıktı!” (gülüyor)
Neden “eyvallah” diyeceklerine “illallah” demediler diye size sitem edenler varmış.
Kaan: Bizim parçalarda hep bir tezat var. “İyi de Banane”, “Özgürlüğün Ülkesi”, “Manası Yok”da da aynısını görebilirsin. Böylesi daha vurucu. Ne demek istiyor, diye insan üzerine düşünebiliyor. Pozitif tarafından da bakabilirsin: Siz biber gazı sıksanız da, üstümüze çıksanız da eyvallah, biz gene direnişimizi yapacağız. “Kimseye eyvallah etmeyiz” anlamına geliyor aslında.
Müzik tarihinde sevdiğiniz protest şarkılar hangileri? “El Pueblo Unido”dan “Imagine”a kadar yolu var.
Kaan: Ben de o zaman “Commandante Che Guevara” diyeyim, iyi hatırlattın. Bob Dylan’dan “Masters Of War”u çok severim: “Mezarınızın önünde bekleyeceğim, öldüğünüzden emin olana kadar” diye bitiyor sonu. Başyapıttır. Mesela Woody Guthrie’den “Dead or Alive”ı ara sıra stüdyoda çalarız.
Türkiye’den?
Kaan: Aklıma “Ceviz Ağacı” geliyor. Cem Karaca’nın Nâzım Hikmet’ten yaptığı. Onu da bir ara sahnede çalalım demiştik, ilk albüm zamanında.
Batuhan: Benim kişisel tarihimde satın aldığım ilk kasette vardı “Ceviz Ağacı”. Eve Cem Karaca kasetiyle gittiğimde küçük bir şok yaşanmıştı. Babaannem “nerden buldun bunu?” diye sordu. Ben gayet normal dinliyordum, ama babaannem bana anormal bir şey dinliyormuşum hissini verdi. (gülüyor)
Kaan: Mahzuni Şerif’in “Boşu Boşuna”sının sözleri çok iyi: “İsa Meryem’e mi kaldı? / Musa asadan ne buldu? / Süleyman bir sultan oldu / Saltanatı boşu boşuna…”
Batuhan: “Nem Kaldı” var bir de Mahzuni’den. Onun politik parçaları İngilizceye çevrilebilse Bob Dylan’a eşdeğer olduğu görülür.
Albümün ismi neden “Darmaduman”?
Kaan: Gezi olaylarından sonra koyduk. Epey politik şarkı var, üstelik temposu yüksek şarkıların sayısı fazla. İçinden “duman” da geçiyor. Ortalığın darmaduman olması gibi bir anlamı var. Bir kaos ortamı.
13 yıl önce, grubun ismini koyarken Duman’a alternatif bazı isimler düşündüğünüzü söylemiştiniz. Ama hiçbirini ağzınızdan alamamıştık. Belki artık söylersiniz.
Kaan: (gülüyor) Demek bir bildiğimiz varmış ki vermemişiz. Boşver, bizde kalsın.
Tiyatrocu Işık Yenersu’lar dört kardeşlermiş. Biri Ateş, biri Alev, biri Işık derken, en küçüğe Duman ismini koyacaklarmış. Aile isyan edince, sonunda çocuğun ismi İbrahim olmuş.
Kaan: (gülüyor) Biz de ismimizi Duman koymasaydık, İbrahim koyacaktık!
“Darmaduman” şarkılarında biraz dolanalım. “Seviyorsan İnanıyorsan” politik bir şarkı olmamasına rağmen direniş ruhundan izler taşıyor.
Kaan: Sevmek bir tek aşka dair değil. İnanmak da olayın içinde. “Bilirim kırıcan zincirleri, yıkıcan meydanları...” Bir isyan döneminden geçtiğimiz için bilinçaltında öyle çıkmış sözler.
“Gözleri Kanlı”dan bahsedelim.
Ari: Bir düşünce suçlusunu, bir şeyler yazdığı için içeri giren bir insanı düşündüm. Bunu çok rahatsız edici buluyorum. Bulduğum bazı laflar o yöne gidince, şarkının tamamını bu konuya ayırdım.
Kaan: Döneme de, albüme de cuk oturdu.
“Köpekler”?
Kaan: Çoğu insan, bu şarkı Hrant Dink’e mi yazıldı, diye soruyor. Faili meçhuller bitmek tükenmek bilmiyor tarihimizde. Gazeteciler, Uğur Mumcular, Hrant Dinkler. Beş senedir kendi kendime çaldığım bir melodiydi. “Eyvallah”ın sözlerini yazdıktan sonra, birdenbire bunu da aynı atmosferde yazmış oldum.
“Oteli kökünden yakmalılar ki / Senin için ölsün yarınlar” diyorsun şarkıda. Bu Madımak’tan bahsettiğiniz ilk şarkı değil.
Kaan: “Manası Yok”ta, “Ah bu diyarda kimi yakmışlar, saygıdan geçen yolu yakmışlar…” diyorduk.
Batuhan: Geçmişe yönelik hafızam pek net değildir. Ama Sivas olaylarının, merdivenden dehşetle kafalarını uzatan, canını kurtarmaya çalışan insanların görüntüsü hiç gözümün önünden gitmiyor o günden beri.
Kaan: Gezi bu anlamda da bir milat. Artık geçmişin karanlık dönemleri daha derinden tartışılmaya başlandı bence.
Sizin şarkılarınızla büyüyen genç nesil Gezi’de başroldeydi. Siz yıllardır o gençliğin çıkışsızlığını, “içi dapdar, beyni başı patlar” gibi sözlerle tarif ediyordunuz.
Kaan: Biz de içindeyiz bu gençliğin. İlk albümü 99’da yaptığımızda 25-26 yaşlarındaydık. O zaman bizi 16’lıklar da dinliyordu. Şimdi 40’lara geldik, bugünün 16’lıkları bu sefer son albümümüzü dinliyor.
Batuhan: Çok apolitiksiniz diye bizim jenerasyona da yüklenmişlerdi zamanında.
İlk albümünüzdeki “Dönek” böyle bir hesaplaşmanın şarkısıydı.
Kaan: ‘80 öncesi ve ‘80 sonrası iki jenerasyonun tarihinden bahseden bir şarkıydı. “Dönek”te anlatılan, ‘80 sonrası doğan, büyüyen, ‘68’e imrenen çocuklar şimdi Gezi’yi yaptı. “Biz sonradan doğduk / Okuduk dinledik / İmrendik abarttık” diyorduk. Okuyup dinlemekte fayda varmış demek ki. (gülüyor)
Gezi direnişinin altında yatan nedenlerden biri de kentsel dönüşüm, İstanbul’un değişimi, talanı. Ne düşünüyorsunuz?
Batuhan: En basitinden, benim ilkokulum yıkıldı, rezidans oldu. Kaan’ın ve Ari’nin okuduğu Şişli Terakki, City’s oldu, en popüler AVM’lerden biri.
Kaan: Emek sineması tam örneğidir. O bir semboldü.
Ari: Şehrin hafızasıydı Emek.
Batuhan: II. Dünya Savaşını yaşamış şehirler yerinde duruyor. Biz savaş geçirmemiş bir ülkeyiz, ama her şey kolayca siliniyor.
İstanbul’da iki gar var. İkisinden de artık tren kalkmayacak. Kimbilir kimlerin eline düşecek. Bunu aklınız alıyor mu?
Kaan: Evet, Gezi’nin temelinde bunlar da var. Ama o geniş kalabalıklar bu kadar detaylı düşünüp oraya gelmiş değiller. Ağaçlar için kendini feda eden insanlara yapılan zulmün üstüne, Başbakanın tuz biber ekmesiyle oldu her şey. O lafları herkes kendi şahsına edilmiş bir küfür gibi algıladı. Ama kesinlikle kentin nereye doğru gittiğini insanlar düşünecek, farkına varacak bundan sonra.
Çocukluğunuz Büyükada’da geçti. Bugün Ada’yı karayoluyla şehre bağlamayı düşünen aklıevveller bile var.
Ari: Şimdi doğalgaz getirmek istiyorlar. Doğalgaz bağlanınca şehirleşme de beraberinde gelecek. Büyük ve korkutucu bir değişim olacak. Yassıada’yı turizme açacaklarmış. Yassıada’nın adı da değişti. Bu hafızayı silmek demek. Her şeyi resetlemek demek.
Kaan: Ben “Darmaduman”daki şarkı sözlerinin çoğunu Büyükada’da yazdım. Elektrikli bir ısıtıcının ısıttığı küçük bir odada…
“Sınana Sınana”dan da bahsedelim biraz. Diğer şarkılara oranla çok farklı bir deney.
Cengiz: Hepimiz Fela Kuti’yi çok seviyoruz, afro-beat tarzını seviyoruz. Fela aynı zamanda çok güçlü, karizmatik, politik bir karakter. Ama bir ritmci olarak konuşursam, Afrika müziği bir okyanus. Şarkının esinlenme noktası afro-beat. Afrikalı olmadığımıza göre aynısı olması imkânsız. Biz burada kendi versiyonumuzu çalıyoruz. Benim enstrümantal albümlerimden birinde “Arap Bacı” diye bir parça vardı. Afrika klavyesi üzerine bir davul doğaçlaması. Bunlar Afrika müziği üzerine benim izlenimlerim. Aslında “Sınana Sınana”, afro-beat ritmlerinin bir tık ötesinde, Hint ritmleri gibi de swing ediyor. Bizim bazı oyun havalarımıza da benziyor. Kaşık havası mesela.
Hiç Fela Kuti dinlememiş birine neyle başlamasını tavsiye edersin?
Cengiz: Eğer hiç dinlememişse, Fela Kuti’nin davulcusu Tony Allen’la başlasın bence. Sonra yavaş yavaş Fela Kuti’ye geçebilir. Fela Kuti’nin çok sert, politik tavırlı konser performansları da var.
Kaan: YouTube’a Fela Kuti yazsınlar, ‘70’lerden herhangi bir parçayı dinlesinler. Zaten bir şarkı 20-25 dakika sürer. Trans gibi. Bıraksınlar kendilerini. Adam hem saksofon çalıyor hem de saksofon çalar gibi şarkı söylüyor. Fela’ya değil de, Afrika müziğine giriş diyorsan, “Yeke Yeke”yle girsinler. En rahat giriş. Kim sevmez ki o parçayı?
“Sınana Sınana” melodisinin politik bir şarkı olacağına aklın nasıl kesti?
Cengiz: Afro-beat zaten politik müziğin bir parçası bence. Aklımda önce müzik vardı, sözleri sonra yazdım. Aslında pek Türkçe gibi tınlamıyor. Heceleri kullanarak, Türkçe değilmiş de Afrika diliymiş gibi bir hava yaratmaya çalıştım. Heceleri perküsif bir enstrüman olarak düşündüm. Türkçenin dışında bir akış yaratıp, Türkçe sözler yazıp söyledim.
İlk sen mi söyledin?
Cengiz: Evet. Demoları utanarak da olsa kendi sesimle kaydederek getiriyorum arkadaşlara.
Cengiz nasıl şarkı söylüyor?
Kaan: Ona kaset yapacağım. (gülüyor) “Aynen böyle basalım” dedim, ilk dinlediğimde. Ne melodiyi ne de tek bir kelimeyi değiştirdim. “Ona buna şuna, kana kana yalana...” Bunu neden değiştireyim? Al da at dercesine pas verdi. Boş kaleye yuvarladım topu. (gülüyor)
ODTÜ konserleriniz anlatıla anlatıla bitirilemiyor.
Kaan: Oradaki bütün konserlerimiz kalabalık oluyor. Şimdi Vişnelik diye çok güzel bir konser alanı var, ama asıl tribünlerinde “Devrim” yazan ODTÜ stadında çalmak harika. Haziran’da “Eyvallah”ı ilk defa ODTÜ’de canlı çaldık. O günlerde Kızılay’a, Tunalı Hilmi’ye, Kuğulu’ya da gittik. Tam bizim arkamızdan, gece yarısı ortalık karışmış.
Mesela Bruce Springsteen’i her yerde el üstünde tutarlar, ama en çok İspanya’da. Çünkü Franko öldükten sonra İspanya’ya gelen ilk rock yıldızıymış. Sizin de ODTÜ’lülerle aranızda özel bir bağ mı oluştu?
Kaan: “Searching For Sugar Man” belgeseli geldi aklıma şimdi. Rodriguez de Güney Afrika’da farkına varmadan politik bir figür haline gelmiş… ODTÜ politik geleneği taşıyan bir okul. McDonald’s eylemini hatırlıyorum mesela. Şimdi malûm, içinden yol geçirmek istiyorlar. En yoğun onlar yaşıyor baskıyı. Gezi’den önce de öyleydi. ODTÜ konserlerimiz bol sloganlı oluyor. Artık “Çapulcu Duman” tezahüratıyla sahneye çağırıyorlar. Bir iltifat olarak.(gülüyor)
Farzedelim ki Gezi direnişi falan hiç yaşanmadı. Böyle politik bir albümle dıpdızlak kalmayacak mıydınız ortada?
Kaan: Müzik tanrıları bizi korudu. (gülüyor) Bence bu konular yine algılanırdı, belki bu düzeyde etki yapmazdı. Üç-beş yıldır herkes politik. Toplumda ciddi bir kutuplaşma da var. Bilinçaltımızdan bunu biliyorduk belki. Bu kadar baskı bir yerde patlayacaktı, halkın bir yerinden bir şey fışkıracaktı. Hayal diyoruz, ama tahmin de edebiliyor insan.
Batuhan: Sınırları genişleten bir hareket oldu. Sanatın, sanatçının da ufku genişledi.
ODTÜ konserinde seyirciye hitaben şöyle demişsin: “Bir tarihi yaşıyoruz. Siz ve biz oyuncularız. Çok mutluyuz”.
Kaan: Yaşananların zeminine bir fon oluşturuyoruz. Bu neslin göstermiş olduğu büyük cesaret. Biz de sesimizi yükseltmekten ne kadar mutlu olduğumuzu anlatıyoruz. Gençler bu ayaklanmayı yapmasaydı, diğer politik gruplar her zamanki gibi çıplak, açıkta kalırdı. AKM müthiş bir fotoğraftı. O fotoğrafa her zaman coşkuyla dönüp bakılacak. Eskiden devlete karşı boyun eğmiş bir halk vardı, her ne kadar ‘68 kuşağı başkaldırmış olsa da, yine de orduyla beraber büyük bir devlet baskısı üzerimizdeydi. Bu kırıldı. Hak aradı insanlar. Eskiden mantık şuydu: “Hükümetten, devletten talepte bulunmak ne haddimize?” Günümüzde “hayır efendim, ben öyle değil, böyle yaşamak istiyorum” diyebiliyoruz. Türkiye’de sivil toplumun gücünün arttığını hükümet de görüyor, herkes görüyor.
Bu sabah yolsuzluklarla ilgili gözaltılar başladı. Cemaat ve AKP koalisyonu iyice çözülüyor. Ne diyorsunuz?
Kaan: Gezi’de Antikapitalist Müslümanlar’dan bunun feyzini almıştık. Ama hâlâ inanmakta güçlük çekiyoruz, böyle içlerinde bir savaşa girişmiş olmalarına.
Cengiz: Zaman gazetesinin son reklamını bir daha düşünmek gerekiyor. İki komşunun bir bahçeyi, bir çiçeği paylaşamadığını gösterirlerken, aslında kendi aralarındaki bir kavgadan bahsediyorlardı. Gezicileri denkleme kattıklarını düşünmüyorum.
Kaan: Sonuçta her çevreden insan Başbakan’a “artık bu kadar da değil” diyor. Bu kadar fazla egonun sonu nereye varır?
Gezi günlerinde “Astınız - Zehirlediniz - Yedirmeyiz” sloganına karşılık olarak Twitter’da Ceymis Çapulcoys şöyle yazmıştı: “Astınız - Zehirlediniz - Kendi delirdi”.
Kaan: (gülüyor) Çok güzel yaa! Söyleşi de böyle bitsin: “Astınız - Zehirlediniz - Kendi delirdi”.